Bu neyin sevinci beyler?
Tag: Özgürlük
Beni hatırlayınız
Asla şüphem yoktur ki, türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfi ve medeni kaabiliyeti atinin yükselen medeniyet ufkunda bir güneş gibi doğacaktir!..
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün, senden ve bütün medeni beşeriyetten dileğim şudur: beni hatirlayiniz!” (29.10.1933)
Ulusal Seferberlik Çağrısı
Cumhuriyetimiz, kuruluşundan bu yana en kritik günlerini yaşamaktadır.
Çok yönlü sinsi bir işgal ile küresel güçlerin örtülü sömürüsü sürdürülmekte ve ülke bütünlüğümüzü yıkıp ulusal birliğimizi parçalamak isteyenlerin çabaları yoğunlaşmaktadır. Siyasal iktidar, bu tehlikeli durumu halkın gözünden kaçıracak her türlü propaganda ve baskı aracını en etkili biçimde kullanmaktadır.
“CUMHURİYET VE ATATÜRKÇÜLÜK TASFİYE SÜRECİNE SOKULMUŞTUR”
Efendiler!
Eski silâh arkadaşlarımla böyle yakından ve samimi temasta bulunmaktan büyük vicdanî zevk hissediyorum. Sizinle oturup uzun hasbıhal etmek isterdim. Fakat çoksunuz: müsait yer de yoktur. Bu sebeple hissiyatımı birkaç cümle ile mülâhaza etmekle yetineceğim.
Arkadaşlar! İngilizler ve yardımcıları milletimizin bağımsızlığını imhaya karar vermişlerdir. Milletler bağımsızlıklarını hiç kimsenin lütuf ve atıfetine borçlu değildir. Hiç kimse kimseye, hiçbir millet diğer millete hürriyet ve bağımsızlık vermez. Milletlerde tabiaten ve yaratılıştan mevcut olan bu hak, milletlerce kuvvetle, mücadele ile mahfuz bulundurulur. Kuvveti olmayan, dolayısıyla mücadele edemeyen bir millet, mahkûm ve esir vaziyettedir. Böyle bir milletin bağımsızlığı gasp olunur.
Dünyada hayat için, insanca yaşamak için bağımsızlık lazımdır. Bağımsızlık sahibi olmak için kuvvet sahibi olmak ve bunun için mevcudiyetini ispat etmek icap eder.
Kuvvet ordudur. Ordunun hayat ve saadet kaynağı, bağımsızlığı takdir eden milletin, kuvvetin lüzumuna olan vicdanî imanıdır.
İngilizler, milletimizi bağımsızlıktan mahrum etmek için, pek tabii olarak evvelâ onu ordudan mahrum etmek çarelerine giriştiler. Mütareke şartlarının tatbikatı ile silâhlarımızı, cephanelerimizi, bütün müdafaa vasıtalarımızı elimizden almaya çalıştılar. Sonra kumandanlarımıza ve subaylarımıza tecavüze ve taarruza başladılar. Askerlik izzetinefsini yok etmeye gayret ettiler. Ordumuzu tamamen lağvederek, milleti, bağımsızlığını muhafaza için muhtaç olduğu dayanak noktasından mahrum etmeye teşebbüs ettiler. Bir taraftan da müdafaasız, ordusuz bıraktıklarını zannettikleri milletin de izzetinefsine, her türlü haklarına ve mukaddesatına taarruzla milleti alçaklığa, boyun eğmeye alıştırmak plânını takip ettiler ve ediyorlar.
Herhalde ordu, düşmanlarımızın birinci taarruz hedefi oldu. Orduyu imha etmek için mutlaka subayı mahvetmek, aşağılamak lâzımdır. Buna da teşebbüs ettiler. Bundan sonra milleti koyun sürüsü gibi boğazlamakta engeller ve müşkülat kalmaz. Bu hakikat karşısında ve içinde bulunduğumuz vaziyete göre subaylar heyetimize düşen vazifenin mahiyeti, ehemmiyeti ve kıymeti kendiliğinden meydana çıkar.
Milletimiz hür ve bağımsız yaşamak huzuruna tam bir iman ile kani olmuş ve buna kati azim ile karar vermiştir. Zaman zaman şurada burada üzüntü verici karaktersizliklerin görülmüş olması hiçbir vakit milletimizin genel kanaatine, hakiki imanına sekte vurmamıştır ve vuramayacaktır. Dolayısıyla kuvvetin, ordunun vücudu için lâzım olduğunu söylediğim kaynak -ki milletin vicdanî imanıdır- mevcuttur. Ordu ise, arkadaşlar, ancak subaylar heyeti sayesinde vücut bulunur. Malûm bir askeri hakikat, felsefi hakikattir; “ordunun ruhu subaylardadır. “. O halde subaylarımız, düşmanlarımız tarafından yıkılmak istenilen ordumuzu tamir edecek ve canlandıracak ve ordu ve milletimizin bağımsızlığını muhafaza edecektir.
Millet, bağımsızlığının muhafazasından ibaret olan hayati gayesinin teminini ordudan, ordunun ruhunu teşkil eden subaylardan bekler. İşte subayların, subayların yüce olan vazifesi budur. Allah göstermesin milletin bağımsızlığı ihlâl edilirse bunun vebali subaylara ait olacaktır. Subaylar, izah ettiğim yüce, mukaddes ve bütün açılardan üzerlerine düşen vazife itibariyle, bütün mevcudiyetleriyle ve bütün dikkat ve felsefeleriyle, giriştiğimiz bağımsızlık mücadelesinde birinci derecede faal ve fedakâr olmak mecburiyetindedirler.
Şahsi ve hususi itibariyle de subaylar, fedakârlar sınıflarının en önünde bulunmak mecburiyetindedirler.
Çünkü düşmanlarımız herkesten önce onları öldürürler. Onları aşağılar ve hor görürler. Hayatında bir an olsa bile subaylık yapmış, subaylık izzetinefsini, şerefini duymuş, ölümü küçümsemiş bir insan, hayatta iken, düşmanın tasarladığı ve reva gördüğü bu muamelelere katlanamaz. Onun yaşamak için bir çaresi vardır; şerefini korumak! Halbuki düşmanlarımızın da kastettiği, o şerefi
ayaklar altına almaktır.
Dolayısıyla subay için “ya istiklâl, ya ölüm” vardır. Fakat arkadaşlar ÖLMEYECEĞİZ, bağımsızlığımızı muhafaza ederek yaşayacağız ve milletimizi daima bağımsız görmekle bahtiyar olacağız.
Mustafa KEMÂL
Rami Kışlası
Uzun süredir aradığım Çağdaş Türkü yorumunu sonunda bugün bulabildim. Çok güzel valla…
Rami kışlası kapısı
Islak yıldızlara bakar
Sarı duvarlar ardında
Askerler gülleri bekler
Rami kışlası kapısı
Ardında kapalı düşler
Işır gecenin koynunda
Doğunca ıslak güneşler
Malatyalı Vanlı Muşlu
Bir ranzada kurumuş üçlü
Benim sevdam daha içli
Diye yarışır yürekler
Kimi yorgun kimi tekin
Kimi ağlayacak dokun
Benim günüm daha yakın
Diye yarışır yürekler
Yaşar MİRAÇ
“Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslâmların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.”
Mustafa Kemâl ATATÜRK
1923
Sistemini kuranlar, sistemlerini korumak için her türlü yola başvurabilirler. Bunu yapmakta haklı olduklarından söylemiyorum… Bunun bir refleks olduğunu bildiğim için söylüyorum…
AKP bir yandan ufak ufak sistemi değiştirirken, bir yandan da kendi kurmakta olduğu sistemi korumak için bozduğu sistemi koruma girişimlerini güçlenmeden, doğmadan yok etmek için girişimlerde bulunuyor…
İşte “Ergenekon” bunun adı…
Ergenekon hepimizin bildiği gibi bizim doğuş destanımız aslında… Binlerce yıl içinde kaç kez küllerimizden tekrar doğmadık mı? O zaman bu operasyona bu adın verilmesi neden olabilir…? Kendilerince mantıklı bir açıklamaları vardır elbet. Aman benim anladığım kadarıyla ümmet-millet savaşı veriliyor… Türk Milletinin doğuşunu anlatan destanın adı, Türk Milletini arap ümmetine dönüştürmenin savaşına isim oluyor…
Bakmayın siz onların meydanlarda “Ne mutlu Türküm diyene” diye bağırmalarına. Onlar aslında içten içen arap tebası olma yarışındalar…
Bu yarışı sürdürürken yapılan gözaltılara baktığımızda, bir tane Türk olmaktan gurur duymayan, Türkiye Cumhuriyeti için çalışmaktan geri durmayan kişi var mı?
Ben sayımızın hala onlardan daha çok olduğunu biliyorum. Endişem: olay tehlikeli boyutlara ulaşacak. Bu kaçınılmaz. Bu bir refleks. Onlar yıkmaya çalışırken, bizler sistemimizi koruyacağız.